Merhaba
bu gerçek bir intihar notudur. her şeye başlamadan önce geçen yazımdaki oyunun çözümünü açıklayayım sizlere. ilk baştaki safsata kısımlarını geçersek asıl oyunun yer aldığı ve sadece bir kişinin çözebileceği şekilde düzenlediğim oyunu aslında kimsenin anlayamayacağı bir şekilde düzenlemiştim. anlaması gereken insan eski sevgilimdi. cümlenin başında her şeyimin doğumu derken onun doğum günü olan 7 martı anlamasını istemiştim. beni az tanıyanlar onun o tarih olduğunu zaten anlamışlardı. onun bir gün sonrasında derken bu düşüncemi eski sevgilimin doğum gününü kutlamadan önce böyle kötü bir olayla yeni yaşına girmesini istemediğim için 8 martı kastediyordum. sadece benimle evlenebileceğin yer derken zamanında bornova metro istasyonuna yakın bir yerdeki banklara oturduğumuzda ona 'buraya benimle oturmayan benimle evlenemez' demiştim ve yanlış hatırlamıyorsam hemen dibinde bir çocuk parkı vardı ve oradaki kaydırakta onu bekleyeceğimi bilmesi için kayar bir vaziyette ifadesini kullandım. bu cümleyi onun dışında okuyanlar sadece 'kayar' ifadesinden herhangibir parkta onu bekleyeceğimi düşüneceklerdi. ama yerini ilk başta sadece onun anlayabileceği bir cümle kullandığım için kimse bilemeyecekti. sonrasındaki cümlede bunu okuyan diğer insanlar 'sana yakın bir yer seçtim' ifademden onun evine yakın bir parkta bu olayın olacağını düşüneceklerdi. ama aslında ikimizin de okulu bornovadaydı ve park okula yakındı. o cümle diğer insanları aradan çıkartmak içindi ve bu cümlelerimin asıl amacı benimle konuşmayı uzun zamandır reddeden eski sevgilimle son bir kez görüşebilmekti.
bu yazıları sadece birkaç insanın okuduğunu düşünürken okul yönetim kadrosundan da birkaç öğretmenin öğrendiğini ve okuldaki bazı insanların ne olup bittiğini anlamaya çalıştığını öğrendim. işler biraz garip bir hâl almıştı benim açımdan.
7 mart gecesi eski sevgilim beni aradı ve yanıma geleceğini söyledi. o gece yanıma geldi sabah olana kadar dışarıdaydık sonra okula girdik ardından derslere girmeyeceğini söyledi falan filan derken öğleye kadar birlikteydik. o gün benim hayatımın en güzel günü olabilir. yanımda geçirdiği vakit için ona gerçekten minnettarım. bana yeniden hayat enerjisi vermişti geçici bir süreliğine.
fakat tüm bu oyun falan aslında sadece gözüken. bir de asıl oyun var ki bunu benim dışımda kimse bilmedi. evet, oyunun asıl amacı eski sevgilimle son bir kez görüşmekti ama tarih sanılan tarih değildi. asıl tarih 12 mart. yani bugün. blog yazısının tarihi her ne kadar 10 saat geriyi gösterse de şu an içinde bulunduğumuz tarihti hayatıma veda edeceğim zaman.
peki neden diye sorarsanız benim her şeyim dayımdır. size kısaca dayımı anlatayım. dayım çok uzun bir ömür yaşamamış bundan 4 sene önce kalp krizinden vefat etmiş her şeyden çok önemsediğim ve sevdiğim tek insandı. onu ölüme iten olaylar ise çok acıklıdır. vefatının ardından telefonuna girildiğinde bir sürü telefon kaydı vardı telefonunda. tüm aramalarını kaydediyormuş. hepsi dinlendiğinde ortaya bir film senaryosu çıkmıştı bir erkeğin bir orospuya olan aşkı ve çeşitli insanların dayımın üzerinde oynadığı karaktersizce olaylar niteliği içeren. dinlemek isteyeceğinizi düşünmüyorum. dayımı tanıyorum. bunları bünyesinin kaldırabileceği bir insan değildi. yaşamaya devam etti pes etmeden ama vücudu dayanamadı acıya bir süre sonra. 8. sınıf sbs'ye gireceğim güne bir hafta vardı hiç unutmam. şimdi lise 4'üm ve 1 gün sonra ygs sınavım var. dayımın bu yaşadığı olayların neredeyse birebir aynısını yaşadığımı öğrendim birkaç saat önce. dayımın o hayattayken var olan reenkarnesi gibiyim. neyse bu konuyu daha fazla uzatmayacağım. sadede gelirsek dayımın doğum günü 11 marttı. bir gün sonrası ise 12 mart.
buraya pek fazla vasiyet yazmak istemiyorum ama düşündüm ki bu kararımı gerçekleştirdiğimde insanlar hiçbir şey bilmezse yanlış yapacağımı düşündüm. kendimle ilgili bazı şeyleri anlatmam gerektiğini düşünüyorum.
öncelikle bu durumumu paylaştığım insanlar sadece 6 yakın erkek arkadaşım ve eski sevgilimdi. erkek arkadaşlarımın tamamı değil neredeyse hiçbiri bu durumumu önemsemedi bu beni üzdü. eski sevgilim son gün olduğunu söylediğim zamana kadar önemsememişti gurur vebenzeri sebeplerden bu beni üzdü. bu olay arkadaşlarım vesilesiyle aileme, benim yaptığım bazı farkında olmadığım hatalardan okul yönetimine kadar gitti ve bu beni üzdü. eski sevgilimle son birlikte oluşumuz beni gerçekten çok mutlu etti ama o gün anlattığı neredeyse her şeyin ve davranış biçimindeki güzelliğin her birinin şu sıralarda yalan olduğunu öğrenmek beni üzdü. eski sevgilimin çevresindeki karaktersiz entrikacıların benim üzerimde oynadığı olayları öğrenmek beni üzdü. bunları burada tek tek sıralamama gerek yok. öğrenmek isteyen öğrenir bir şekilde. çok zeki olduğunu düşündüğüm okul müdür yardımcımızın bana söylediği sürüyle yalanı bilmeme rağmen yüzüne söylememem beni üzdü. ailemin bu olayı öğrendiğinde 'duygu sömürüsü yaparız da vazgeçer belki' şeklinde içlerine gelen şeytan dürtüşüyle ne kadar gerçekten de bensiz yapamayacak dahi olsalar benim karşıma geçip 'oğlum biz sensiz yapamayız' demeleri beni üzdü. eski sevgilime yaptığım tüm emeklerin gösterdiğim tüm değerin bir hiç uğruna olduğunu öğrenmek beni üzdü.bana o gün iyi davranmasının ardından bir şey sormak için birkaç gün sonra onu aradığımda beni terslemesi beni üzdü.
ademoğulları, düşünceme göre gelişen feminizmin yarattığı erkekler duygusuzdur kadınlar duygusaldır, kırılgandır gibi bir algı var. bu doğru değil. dayım, ben ve nice erkek duygusallığı ve romantikliği hatsafhada yaşayan ve aşırı kırılgan bir yapıya sahip insanlarız. sizden tek bir ricam var eğer bu yazıları okuduysanız. lütfen erkeklere iyi davranın. kimin ne yapıda olduğunu kimse bilemez. ben ve benim altımdaki nesillerde aşk acısı çeken çok fazla erkek olduğunu görüyorum. nolursunuz yapmayın. birbirinize iyi davranmak varken nolur kötü davranmayın.
insanlık adına veya herhangibir kişiye yönelik başka hiçbir vasiyetim yok. yazacağım pek bir şey de yok. kimse yatağa küs girmesin ve lütfen hepiniz kendinize iyi bakın.
11 Mart 2016 Cuma
2 Mart 2016 Çarşamba
Son feryat
hayat her an bir labirenttir. doğmadan önce annemizin yediği yemekler, dışarıda çalan yüksek sesli müziğin o karnın içindeki bize etkisi, ölmeden önce bastonun küçük bir çakıl taşına takılıp dengemizi kaybedip düşmemiz, bunların hepsi bu labirentin yönlerini belirler. fakat bildiğiniz üzerine labirent bir doğrultuda ilerlerken yön değiştirmesi gerektiğinde 2000 yapımı 2 boyutlu bir bilgisayar oyunu mantığıyla düşünürseniz gidebileceği toplam 3 farklı yön vardır.sağa, sola dönmek veya düz devam etmektir bu seçenekler. ama ihtimallerin sonsuz denebileceği bu evrende düz bir doğrultuda ilerleyen bu labirent saat yönünde 0.000...1 dereceden 179.999...9 dereceye kadar dönebilen bir yön seçebilirken aynı zamanda olaya 3. boyutu da kattığınızda bu dereceler aşağıya veya yukarıya doğru da yön belirleyip çok daha fazla seçenekte yön çıkar karşımıza. durup bi düşündüğünüzde bu ... kısmına istediğiniz kadar sayı getirebileceğimizi düşünürseniz hayatta attığımız her bir adımda sınırsız seçeneğimiz olur.
annemizin karnına girdiğimiz andan itibaren içinde olduğumuz bu labirentin adı 'hayatta kalmak' tır. yaptığımız doğruluğundan ve yanlışlığından asla tam olarak emin olamayacağımız seçimlerimizle öldüğümüz anda bu labirenti bitirmiş oluruz. fakat bu labirent başlayıp biten ve bittiğinde ortada bıraktığımız bir sanat eseri değildir yalnızca. benim bu sonuca varmamın sebebi ise duygulardır. insan sadece biyolojik, hormonlarıyla hareket eden ve hareketlerinde mantığını kullanan bir varlık değildir. her insanın farklı farklı konulara karşı duygusallık eğrileri vardır. bu labirentin her evresinde attığımız adımlarda ise 2. bir seçim olan duygusallık bölümü gelir ki işte bu evre bizim üzgün, mutlu, heyecanlı gibi ruh hallerine girmemizi sağlar ve işte bu yüzden bu labirent sadece bir labirent değildir.
attığımız her adımın ardından onun bizi etkileyeceği zorluk derecesini seçmemiz gerekir. bunu öleceğimiz güne kadar devam ettiririz.
sanırım buraya kadar çoğunuzun ilk defa duyduğu şeyler anlatmadım. şimdi anlatacağım kısım benim bu önermeye katacağım şahsi görüşümdür ki bunu da düşünmüş tek kişi olduğumu sanmıyorum.
intihar. intihar benim için bir ölüm değil. intihar insanın ölümüyle labirenti son buldurmasından ziyade labirenti paramparça etmesidir benim için. çünkü zorluk derecesini iyi ayarlayamamış o insan kendisinin kaldıramayacağı bir yük altında kaldığını düşünüp labirentin sonuna gelemeyecek bir durumda kaldığını sanır. en sonunda elleriyle unufak eder o labirenti.
normalde bu blogu intiharla ilgili kafamda geçen çok daha fazla konuyla yazmaya devam edecektim fakat bulunduğum durum her şeyden elimi ayağımı çekmeme zorluyor beni. kafamdakileri yazıya aktaracak kadar bile gücüm kalmadı.
size söyleyeceğim tek şey, eğer bir gün gelir de siz de benim gibi bu labirenti parçalamak isterseniz, çekinmeyin. kimse doğarken bize bu labirenti başladıysan bitirmek zorundasın demedi veya kimse bize bu labirente başlamak istiyor musun diye sormadı. sadece bizim elimize verildi bu çözmemiz için ama kimsenin bunu başarma zorunluluğu yok.
hayatta karşımıza çıkan yaşadığımız zorluklar üstesinden gelme ve bunların bizi daha güçlü bir karakter yapması zorunluluğuyla çıkmıyor karşımıza. her canlı bir gün ölümü tadacak. ecelinizle öldüğünüzde arkanızdan üzülecek insanlar varsa ki eğer bu intihar ettiğinizde de olacaktır. arkanızda bırakacağınız insanlar size vicdan azabı çektirip bu kararınızdan vazgeçtirmesin sizi. bu güne kadar kendimi düşünmeden yaşamaya çalıştım. insanların duygusal değişimlerini kendiminkilerden önde tutmaya çalıştım. kötü şeylerden etkilendirmemeye, insanların yüzünü şen tutmaya odaklandım. her zaman başarılı olamadım elbette ama benim hayatımın sürerliliği konusu insanların duygularını önemseyeceğim bir konu boyutunu fazlasıyla aşmış durumda. o yüzden hiçbir şey sizden değerli değil kararınızdan asla vazgeçmeyin demekten ziyade eğer benim gibiyseniz bu durumda kendinizi düşünmenizi öneriyorum.
gerçi yazmaya başladığımdan beri daha anlatmadım bu kararımın meydana geliş sebebini. anlatmayı da düşünmüyorum. şu ana kadar bu blogun 160 okunması var. gün gelir de haberlere konu olma durumu falan olursa bu sayı baya artacak ve mehmet pişkin'in videosu üzerinde psikologların ekrana çıkıp yorum yapma durumunun yaşanmasını istemiyorum. aynı zamanda insanların 'aa başından şöyle olaylar geçmiş yazık, dayanamamış tabi' veya 'çile dediği şeye bak daha hayatta zorluk görmemiş' tarzında yorumlar yapmalarını istemiyorum. aynı zamanda yakın çevremin bu olaydan etkilenmesinin ardından bu olaya bir sorumlu bulmaya çalışıp bazı insanları suçlamalarını, deliye dönme gibi durumlarda suçlu gördükleri insanlara kötü şeyler yapmalarını istemiyorum ki zaten bu kararı yaşadığım kötü şeyler ve kaldıramadığım zorluklar neticesinde almadım. karakterimin detaylarını anlamaya çalıştım ve vardığım sonuç bu oldu. ne bir depresif ruh hali, ne bir sorgulayış sonucu aldım bu kararı.
dediğim gibi daha normalde yazacağım çok şey vardı ama burada pek yansıttığımı düşünmediğim durumlar yüzünden daha fazla yazmaya devam edemiyorum. neden kendini öldürdüğü tam olarak bilinmeyen genç bir ışık olarak yakın bir tarihte aranızdan ayrılacağım.
ama önce bu yazının adını son feryat koyma sebebime gelelim.
yazının bu kısmı bir okuruma özel ve kısa bir bölüm olacak. gitmeden de son bir zeka kurmacası yapmazsam ayıp olurdu ama bu seferki önceki gibi değil.
v=E3LeZNlI0Xg denklemini çözdüğünde 60 derecelik zamana bakmanı öneriyorum. arka planda göreceğin yazı fazla zamanım kalmadığını görmen için duruyor orada. fakat asıl oyun burada değil. benim 13 yaşında olduğumuzu sandığım ama aslında 11 yaşında olduğumuzda hava limanında oynadığımız satranç oyununu hatırlıyo musun? bir uçuş sonrasında beyaz saçlı hatunun başına gelenleri de hatırlıyosundur. bu sefer karakterlerin cinsiyetlerini olduğu gibi değil de ters bi şekilde aktar ikimize. oyunu kaybeden ben olayım yani. kazandığımı da sanmıyorum zaten şu gidişata bakınca. neyse. şu an sonun nasıl olacağını az çok anlamışsındır. oyunun ne olacağına gelecek olursak seni her şeyimin doğumunun bir gün sonrasında sadece benimle evlenebileceğin o yerde kayar bi vaziyette bekliyor olacağım. gün boyu oradayım bilerek de sana uzak bir yer seçmemeye çalıştım. o gün benim için bir bitiş ve yeni bir başlangıç günü. gelmen umuduyla. kendine iyi bak.
annemizin karnına girdiğimiz andan itibaren içinde olduğumuz bu labirentin adı 'hayatta kalmak' tır. yaptığımız doğruluğundan ve yanlışlığından asla tam olarak emin olamayacağımız seçimlerimizle öldüğümüz anda bu labirenti bitirmiş oluruz. fakat bu labirent başlayıp biten ve bittiğinde ortada bıraktığımız bir sanat eseri değildir yalnızca. benim bu sonuca varmamın sebebi ise duygulardır. insan sadece biyolojik, hormonlarıyla hareket eden ve hareketlerinde mantığını kullanan bir varlık değildir. her insanın farklı farklı konulara karşı duygusallık eğrileri vardır. bu labirentin her evresinde attığımız adımlarda ise 2. bir seçim olan duygusallık bölümü gelir ki işte bu evre bizim üzgün, mutlu, heyecanlı gibi ruh hallerine girmemizi sağlar ve işte bu yüzden bu labirent sadece bir labirent değildir.
attığımız her adımın ardından onun bizi etkileyeceği zorluk derecesini seçmemiz gerekir. bunu öleceğimiz güne kadar devam ettiririz.
sanırım buraya kadar çoğunuzun ilk defa duyduğu şeyler anlatmadım. şimdi anlatacağım kısım benim bu önermeye katacağım şahsi görüşümdür ki bunu da düşünmüş tek kişi olduğumu sanmıyorum.
intihar. intihar benim için bir ölüm değil. intihar insanın ölümüyle labirenti son buldurmasından ziyade labirenti paramparça etmesidir benim için. çünkü zorluk derecesini iyi ayarlayamamış o insan kendisinin kaldıramayacağı bir yük altında kaldığını düşünüp labirentin sonuna gelemeyecek bir durumda kaldığını sanır. en sonunda elleriyle unufak eder o labirenti.
normalde bu blogu intiharla ilgili kafamda geçen çok daha fazla konuyla yazmaya devam edecektim fakat bulunduğum durum her şeyden elimi ayağımı çekmeme zorluyor beni. kafamdakileri yazıya aktaracak kadar bile gücüm kalmadı.
size söyleyeceğim tek şey, eğer bir gün gelir de siz de benim gibi bu labirenti parçalamak isterseniz, çekinmeyin. kimse doğarken bize bu labirenti başladıysan bitirmek zorundasın demedi veya kimse bize bu labirente başlamak istiyor musun diye sormadı. sadece bizim elimize verildi bu çözmemiz için ama kimsenin bunu başarma zorunluluğu yok.
hayatta karşımıza çıkan yaşadığımız zorluklar üstesinden gelme ve bunların bizi daha güçlü bir karakter yapması zorunluluğuyla çıkmıyor karşımıza. her canlı bir gün ölümü tadacak. ecelinizle öldüğünüzde arkanızdan üzülecek insanlar varsa ki eğer bu intihar ettiğinizde de olacaktır. arkanızda bırakacağınız insanlar size vicdan azabı çektirip bu kararınızdan vazgeçtirmesin sizi. bu güne kadar kendimi düşünmeden yaşamaya çalıştım. insanların duygusal değişimlerini kendiminkilerden önde tutmaya çalıştım. kötü şeylerden etkilendirmemeye, insanların yüzünü şen tutmaya odaklandım. her zaman başarılı olamadım elbette ama benim hayatımın sürerliliği konusu insanların duygularını önemseyeceğim bir konu boyutunu fazlasıyla aşmış durumda. o yüzden hiçbir şey sizden değerli değil kararınızdan asla vazgeçmeyin demekten ziyade eğer benim gibiyseniz bu durumda kendinizi düşünmenizi öneriyorum.
gerçi yazmaya başladığımdan beri daha anlatmadım bu kararımın meydana geliş sebebini. anlatmayı da düşünmüyorum. şu ana kadar bu blogun 160 okunması var. gün gelir de haberlere konu olma durumu falan olursa bu sayı baya artacak ve mehmet pişkin'in videosu üzerinde psikologların ekrana çıkıp yorum yapma durumunun yaşanmasını istemiyorum. aynı zamanda insanların 'aa başından şöyle olaylar geçmiş yazık, dayanamamış tabi' veya 'çile dediği şeye bak daha hayatta zorluk görmemiş' tarzında yorumlar yapmalarını istemiyorum. aynı zamanda yakın çevremin bu olaydan etkilenmesinin ardından bu olaya bir sorumlu bulmaya çalışıp bazı insanları suçlamalarını, deliye dönme gibi durumlarda suçlu gördükleri insanlara kötü şeyler yapmalarını istemiyorum ki zaten bu kararı yaşadığım kötü şeyler ve kaldıramadığım zorluklar neticesinde almadım. karakterimin detaylarını anlamaya çalıştım ve vardığım sonuç bu oldu. ne bir depresif ruh hali, ne bir sorgulayış sonucu aldım bu kararı.
dediğim gibi daha normalde yazacağım çok şey vardı ama burada pek yansıttığımı düşünmediğim durumlar yüzünden daha fazla yazmaya devam edemiyorum. neden kendini öldürdüğü tam olarak bilinmeyen genç bir ışık olarak yakın bir tarihte aranızdan ayrılacağım.
ama önce bu yazının adını son feryat koyma sebebime gelelim.
yazının bu kısmı bir okuruma özel ve kısa bir bölüm olacak. gitmeden de son bir zeka kurmacası yapmazsam ayıp olurdu ama bu seferki önceki gibi değil.
v=E3LeZNlI0Xg denklemini çözdüğünde 60 derecelik zamana bakmanı öneriyorum. arka planda göreceğin yazı fazla zamanım kalmadığını görmen için duruyor orada. fakat asıl oyun burada değil. benim 13 yaşında olduğumuzu sandığım ama aslında 11 yaşında olduğumuzda hava limanında oynadığımız satranç oyununu hatırlıyo musun? bir uçuş sonrasında beyaz saçlı hatunun başına gelenleri de hatırlıyosundur. bu sefer karakterlerin cinsiyetlerini olduğu gibi değil de ters bi şekilde aktar ikimize. oyunu kaybeden ben olayım yani. kazandığımı da sanmıyorum zaten şu gidişata bakınca. neyse. şu an sonun nasıl olacağını az çok anlamışsındır. oyunun ne olacağına gelecek olursak seni her şeyimin doğumunun bir gün sonrasında sadece benimle evlenebileceğin o yerde kayar bi vaziyette bekliyor olacağım. gün boyu oradayım bilerek de sana uzak bir yer seçmemeye çalıştım. o gün benim için bir bitiş ve yeni bir başlangıç günü. gelmen umuduyla. kendine iyi bak.
24 Şubat 2016 Çarşamba
Vaziyetler
çarkıfelek gibi. mehmet ali her an iflas etmeme gülecekmiş gibi hissettiriyor şu an hayat. olanlara olanlar eklenmeye devam ediyor. lise son sınıftayım. bu sene nerdeyse okula gitmedim gibi bi şey. devamsızlık hatsafhada. uyuyamama sorunum halihazırında uyanamama sorununu meydana getirdi. uzun zamandır gitmiyodum okula. hayata devam edebilme adına gitme kararı aldım bi gün. yine uyuyamadım. uyumadan gittim okula. normalde okula gittiğimde öğretmenler 'oo hoşgeldin oğlum' tarzında tepkiler verirken bugün derse başlarken bu tepkiyi alamamıştım. bünye buna alışınca garipsedim tabi. sonraki derse hoca girdiğinde fotokopi paralarından yakındı. sınıf ödemesi gereken parayı ödememiş ve hoca fotokopici abiye mahcup düştüğünü ve bizim yüzümüzden fotokopiyi dışarıda çektirmek zorunda olduğundan yakındı.
garip. kimse öğretmeni dışarıda fotokopi çekmeye zorlamadı ama hiyerarşik üstünlüğünü avantaj bilen öğretmen o yaşına gelmesine rağmen zeki öğrencilerin bulunduğu düşünülen bi okulda öğretmenlik yapmayı bi aşağılık kompleksi olarak görmüş olsa ki bize sizin yüzünüzden şunu yapmak zorunda kaldım diyerek bi çeşit ego tatmini yoluna başvurdu. olabilir. benim buna lafım yok. insanların kültürel anlamda toplumda yaptığı hareketler gözlemlenecek olduğunda çoğu insan zaten farkında olmadan kendini ispatlamaya çalışır. bu bir suç değildir. belki bunu zeki olmayan insan davranışı olarak görebilirsiniz. kendini kendi içinde ispatlamış insanın bu tarz yollara başvurmayacağını düşünebilirsiniz. fakat bu yapılan şey toplum tarafından etik veya kanuni bir suç yargısı konulacak seviyede değildir. asıl toplumun şimdi bahsedeceğim sorunu benim içimi yakıyor. kimsenin orada ağzından 'hocam kimse sizden fotokopi çekme talebinde bulunmadı. siz kendi istediğiniz olguda zorluk çekince bunun suçunu neden bize yüklüyorsunuz?' tarzında bir cümle çıkmadı. gerçekte bir tükürüğüyle boğabilecekleri o insana kimse cevap veremedi başımıza dert alırız korkusundan. normalde beni bilen bilir. ben bunu derim. benim için nerde olursam olayım kimse ne benden üstündür ne de ben bi başkasından. bunu o sınıfta diyecek birisi varsa tanıdığım ve bu olayda da gördüğüm kadarıyla sadece bendim fakat ben de demedim hiçbi şey. çok alıngan olduğumu düşündüğüm bi zamanda böyle bi cümle sarfettiğimde alacağım en ufak tepki beni etkileyebilirdi. konu sınıfın suskunluğu ve ögretmenin birkaç dakikalık serzenişiyle son buldu.
ders tarihti bu arada. 7 yıldır kafamız hiçbir şekilde almadığı zannediliyor olsa gerek hala konu kurtuluş savaşıydı. dünyadaki diğer kültürlerin tarihlerine adım atamamıştı daha lise son sınıf öğrencisi. 20 yılındaki isyanları işliyorduk. öğretmenin ağzından sürekli 'falanca din sömürüsü yaparak ankara hükümetine karşı ayaklanmak için insanları kırşkırtı' lafları çıkıyordu. yine şaşırdım. tam diğer konuya geçilirken elimi kaldırdım. konuya geçildikten baya sonra elimi farketti hoca bana bakmış olmasına rağmen ve söz hakkı verdi. burda da şaşırdım ve bir 5 saniye durdum. dersin başından beri gördüğüm şeyleri kurgulayınca hocanın o an bana karşı kesin bir antipatisinin olduğunu farkettim ve alacağım tepkiden korktum. ama yine de soracaktım sorumu. tarih benim için önemli bi dersti. insanın tüm hayata bakışını etkileme özelliği vardı ve yapılacak en ufak bir yanlış manipülasyon doğru bilgilerle şekillenmemiş ideolojilere sahip insanlar yetiştirebilirdi.
kafama takılan kısım din sömürüsü lafıydı. kime göre din sömürüsüydü? din sömürüsü ne demekti? biz neden o insanların yaptığı ayaklanma sistemine din sömürüsü demiştik? kısacası şöyle toparlayayım. ayaklanma yapılırken insanlara söylenilen şeylerin bize söylenmesi ve ardından bizim sonuç çıkarmamız gerekirken biz direkt din sömürüsü sonucuna kafeslenmiştik ama belki bu sözler bize aktarılsaydı çıkaracağımız sonuç cihad olacaktı. belki de biz zamanında yapılan bu ayaklanmaları allahın dinine küfredenleri vatandan püskürtme olarak tanımlayacaktık. bunu kimse bilemez. şu an nasıl ben izmirde yaşıyorken harbiden de din sömürüsüyle insanlar gaza getirilmiş olsa da bugün bu dersin bu konusu hakkaride anlatılırken öğrencilere din sömürüsü başlığıyla anlatılmıyor olabilir.
aynen bunları düşünmüştüm. bir bir söyleyip aslında o ayaklanmayı yapanlar neler demişti bize ham sonuç vermek yerine bunu söyleyebilir misiniz hocam dedim. bana sıfatın yok dendi.bu soruyu sen soramazsın dendi. ben sıfatım öğrenci değil mi diye sormamın üzerine 'hayır, ilgisiz' dendi.
şimdi bi dipnot verme gereği duydum. şu an new york bestsellerdaki o anın kurgusunu muhteşem yapan duygusallığı okura çok güzel veren intihar kitapları gibi yazılmış olarak düşünmeyin. çaresizliğim ve acınasılığımla prim yapma derdim yok. bu duyguları yaşamış insanların beni daha iyi kapmaları için betimlemelere biraz dikkat ediyorum. ne diyor ula bu değişik diyip sonunu görmemezlik etmeyin.
neyse devam ediyorum. şimdi bu senaryoyla ilgili herkes gibi olmayan bi huyum var. normal bi insanı belki rencide edecek sözler olsa da aynı zamanda topluluk içerisinde dense de bunlar benim sikimde olmaz. o insanın cümlelerinden beni daha tam olarak idrak etmeden yargısını çoktan koyduğunu görür ve benimle ilgili kötü bir yorum yaptıysa onun beynini tamamen kullanmayan bi insan olduğunu düşünüp güler geçerim.
ama kontrol edemediğim bir kırgınlık dünyasında yaşadığım şu zamanlarda bu sözleri işitince neden ilgisizim dedim. okula gelmiyorsun dendi. bi bakacak olursak evet, okula gelmiyordum uzun zamandır. peki bu beni ilgisiz mi yapıyordu? hangi gün bir öğretmen veya sınıftan bir insan karşıma çıkıp neden okula gelmiyorsun demişti? bana denilen tek şey insanların arkamdan okula gelmeyip evde ders çalıştığımı düşünmeleriydi. bu çocuk okula gelmiyor, bunun bir derdi mi var dendiğini duymamıştım şimdiye kadar. neden insanlık var olan şeylerin sebeplerini sorgulamadan direkt kendi çapında doğrular üretip onları sahiplenerek yaşıyordu? bu hayatın gerçeklerinden kaçıp beyinleri iflas etmeden daha rahat bir yaşam sürmelerini mi sağlıyordu? insanlar neden sorgulamıyordu? kafama her zamankinden fazla takılmıştı bu sefer. bu ilgisiz lafının üzerine tartışma devam ederken bu sefer tüm öğrenciler öğretmeni savunur nitelikte bana laf anlatmaya çalıştılar. tekrar düşündüm. insanlar okula gelmememin sebebini es geçerek ilgisiz sonucuna ulaşmışlardı benim için. fakat benim gündelik hayatta yaptığım şey benimle ilgili yanlış düşünce sistemiyle sonuca ulaşan insanlar gördüğümde yüzlerine bakıp o sakin psikopat gülümsemem olması gerekirken kırgınlık, telaş ve belki de biraz uyumamamın da etkisiyle saçma cevaplar vermeye başladım.
anlayamıyordum. ne daha evreni kavrayabildim ne de varoluşu. tanrı benim için bir inanç mıydı bir bilgi miydi. şu an ben var mıydım yok muydum. o an orda o tartışmayı yaşayan ben miydim yoksa zihnini kontrol ettiğim başka bir beden mi. sorgulamayan insanları görünce en gereksiz ayrıntısına kadar sorgulama isteği bürümüştü beni. tüm bu olanlar olurken sağ tarafımdaki yakın arkadaşlarım da en ufak bi yorum yapmamıştı benim lehime. bu söylediklerimi onların mantıklı bulacağına emindim söylemeden önce. buna da şaşırmıştım. bu yaşıma gelene kadar düşünmekten yorulmamıştım bir an ama bunlar üzerime çok gelmeye başlamıştı. kimsesiz kalmıştım sokakta. her an başka kötü bi şey olacak mı korkusunun üstüne hayatta kalmak için ne yapacağımı tartmam gerekiyordu.
günlerim her geçen gün daha da kötüye giderken asıl sorunlarımla yüzleşmeye karşı olan korkum tek bir soru getiriyordu aklıma. 'artık yaşamalı mıyım?'
kafama takılan kısım din sömürüsü lafıydı. kime göre din sömürüsüydü? din sömürüsü ne demekti? biz neden o insanların yaptığı ayaklanma sistemine din sömürüsü demiştik? kısacası şöyle toparlayayım. ayaklanma yapılırken insanlara söylenilen şeylerin bize söylenmesi ve ardından bizim sonuç çıkarmamız gerekirken biz direkt din sömürüsü sonucuna kafeslenmiştik ama belki bu sözler bize aktarılsaydı çıkaracağımız sonuç cihad olacaktı. belki de biz zamanında yapılan bu ayaklanmaları allahın dinine küfredenleri vatandan püskürtme olarak tanımlayacaktık. bunu kimse bilemez. şu an nasıl ben izmirde yaşıyorken harbiden de din sömürüsüyle insanlar gaza getirilmiş olsa da bugün bu dersin bu konusu hakkaride anlatılırken öğrencilere din sömürüsü başlığıyla anlatılmıyor olabilir.
aynen bunları düşünmüştüm. bir bir söyleyip aslında o ayaklanmayı yapanlar neler demişti bize ham sonuç vermek yerine bunu söyleyebilir misiniz hocam dedim. bana sıfatın yok dendi.bu soruyu sen soramazsın dendi. ben sıfatım öğrenci değil mi diye sormamın üzerine 'hayır, ilgisiz' dendi.
şimdi bi dipnot verme gereği duydum. şu an new york bestsellerdaki o anın kurgusunu muhteşem yapan duygusallığı okura çok güzel veren intihar kitapları gibi yazılmış olarak düşünmeyin. çaresizliğim ve acınasılığımla prim yapma derdim yok. bu duyguları yaşamış insanların beni daha iyi kapmaları için betimlemelere biraz dikkat ediyorum. ne diyor ula bu değişik diyip sonunu görmemezlik etmeyin.
neyse devam ediyorum. şimdi bu senaryoyla ilgili herkes gibi olmayan bi huyum var. normal bi insanı belki rencide edecek sözler olsa da aynı zamanda topluluk içerisinde dense de bunlar benim sikimde olmaz. o insanın cümlelerinden beni daha tam olarak idrak etmeden yargısını çoktan koyduğunu görür ve benimle ilgili kötü bir yorum yaptıysa onun beynini tamamen kullanmayan bi insan olduğunu düşünüp güler geçerim.
ama kontrol edemediğim bir kırgınlık dünyasında yaşadığım şu zamanlarda bu sözleri işitince neden ilgisizim dedim. okula gelmiyorsun dendi. bi bakacak olursak evet, okula gelmiyordum uzun zamandır. peki bu beni ilgisiz mi yapıyordu? hangi gün bir öğretmen veya sınıftan bir insan karşıma çıkıp neden okula gelmiyorsun demişti? bana denilen tek şey insanların arkamdan okula gelmeyip evde ders çalıştığımı düşünmeleriydi. bu çocuk okula gelmiyor, bunun bir derdi mi var dendiğini duymamıştım şimdiye kadar. neden insanlık var olan şeylerin sebeplerini sorgulamadan direkt kendi çapında doğrular üretip onları sahiplenerek yaşıyordu? bu hayatın gerçeklerinden kaçıp beyinleri iflas etmeden daha rahat bir yaşam sürmelerini mi sağlıyordu? insanlar neden sorgulamıyordu? kafama her zamankinden fazla takılmıştı bu sefer. bu ilgisiz lafının üzerine tartışma devam ederken bu sefer tüm öğrenciler öğretmeni savunur nitelikte bana laf anlatmaya çalıştılar. tekrar düşündüm. insanlar okula gelmememin sebebini es geçerek ilgisiz sonucuna ulaşmışlardı benim için. fakat benim gündelik hayatta yaptığım şey benimle ilgili yanlış düşünce sistemiyle sonuca ulaşan insanlar gördüğümde yüzlerine bakıp o sakin psikopat gülümsemem olması gerekirken kırgınlık, telaş ve belki de biraz uyumamamın da etkisiyle saçma cevaplar vermeye başladım.
anlayamıyordum. ne daha evreni kavrayabildim ne de varoluşu. tanrı benim için bir inanç mıydı bir bilgi miydi. şu an ben var mıydım yok muydum. o an orda o tartışmayı yaşayan ben miydim yoksa zihnini kontrol ettiğim başka bir beden mi. sorgulamayan insanları görünce en gereksiz ayrıntısına kadar sorgulama isteği bürümüştü beni. tüm bu olanlar olurken sağ tarafımdaki yakın arkadaşlarım da en ufak bi yorum yapmamıştı benim lehime. bu söylediklerimi onların mantıklı bulacağına emindim söylemeden önce. buna da şaşırmıştım. bu yaşıma gelene kadar düşünmekten yorulmamıştım bir an ama bunlar üzerime çok gelmeye başlamıştı. kimsesiz kalmıştım sokakta. her an başka kötü bi şey olacak mı korkusunun üstüne hayatta kalmak için ne yapacağımı tartmam gerekiyordu.
günlerim her geçen gün daha da kötüye giderken asıl sorunlarımla yüzleşmeye karşı olan korkum tek bir soru getiriyordu aklıma. 'artık yaşamalı mıyım?'
22 Şubat 2016 Pazartesi
Ahmet Altan'ın ağzından
onunla bir kez daha buluşması, yaşadıklarını bir kaçamak olmaktan çıkaracak, kendisini bir labirent gibi içine alıp bu yaşananları bir daha kolay kolay dışına çıkılamayacak bir maceraya dönüştürecekti. bunu hissediyordu. kaçacaksa şimdi kaçmalıydı, daha sonra çok geç olacaktı. böyle olacağını hissettiği, hatta bildiği halde kaçmak istemiyordu. yaşadıklarının yarattığı heyecan ve zevk kadar, hatta belki de daha çok, bundan sonra neleri nasıl yaşayacağına dair içindeki merak kaçmasına izin vermiyordu.
12 Şubat 2016 Cuma
Giriş
merhaba
bu blogu gecenin bu saatinde başımdan geçen bir olay vesilesiyle açma kararı aldım. nitekim kafamdakileri bi şekilde günyüzüne çıkaramadan daha fazla dayanabilecek takatim kalmamıştı. arkadaşımla parkta buluşmuş muhabbet ediyorduk. ayrıldık ve eve yürürken bi araba önümde durdu ve içerideki abi evin nerde dedi.benim de evi tarif etmem üzerine gel bırakayım dedi. yol da kısaydı zaten yürümeyle 5 dakika olan yere 2 dakikada vardık. fazla muhabbet edemedik. rahat benden 5 yaş büyük biriydi konuşmasından yüzünden belliydi. tam kapıyı açtım bıraktığın için sağolasın abi diyecekken bi kız için hayatını mahvetme dedi. çok şaşırdım. yaklaşık olarak 2 haftadır intihar etmeyi düşünüyorum. daha hiçbir yakın arkadaşıma bunun konusunu açmamıştım. hiçbiri de gelip neyin var diye sormamıştı. sorsalardı da söylemezdim orası ayrı konu.bu konuları konuşmayı sevmiyorum. bana denecek şeyleri biliyorken ve bunları umursamayacakken konuşmanın lüzmu yoktu. ama yine de sormamıştı kimse. fakat benimle arabada 2 dakika ''senin evin nerde benimki burda gecenin bu saatinde niye dışarıdasın'' dışında muhabbet çevirmemiş olan adam benim durumumu ayrıntısıyla anlamıştı. o anın şaşkınlığıyla ses tonum inceldi ve nerden bildin abi dedim. tipin öyle duruyo dedi. sonra eve gittim. aynaya baktım. tipimde ne var la amuğakoyum dedim.
yok yok, şaka.
bilmiyorum. belki çok insan tanıyanlar için yüzümde bir kız için hayatını feda edebilecek bi sima vardır harbiden. arada ben de düşünmüyor değilim. ama olay bu değil. bu düşünceler kafama bir kızın benden ayrılması gibi basit sebeplerle oturmuş değil ki bu olaylarla intihar fikrine kapılanları da yadırgamıyorum. her insanın intihara meğil derecesi farklı. kimi en zor koşullarda yaşayıp kimsesiz bi şekilde büyüyüp hayatını devam ettirebiliyorken kimi sadece evreni sorgulayıp cevap bulamayınca bile intihar edebiliyor. dünya garip. insanlar garip. beynin işleyişi keşfedilememiş bir şaheser. çok soru var kafamda. çoğunuzda olduğu gibi. çok uzatmayacağım şimdilik. tıklanma sayısı veya yazdıklarımdan insanların bir şeyler öğrenmesi için açmadım bu blogu. günlük gibi bi düşünceler kusmuğu olarak kalsın burda. haydi rastgele
bu blogu gecenin bu saatinde başımdan geçen bir olay vesilesiyle açma kararı aldım. nitekim kafamdakileri bi şekilde günyüzüne çıkaramadan daha fazla dayanabilecek takatim kalmamıştı. arkadaşımla parkta buluşmuş muhabbet ediyorduk. ayrıldık ve eve yürürken bi araba önümde durdu ve içerideki abi evin nerde dedi.benim de evi tarif etmem üzerine gel bırakayım dedi. yol da kısaydı zaten yürümeyle 5 dakika olan yere 2 dakikada vardık. fazla muhabbet edemedik. rahat benden 5 yaş büyük biriydi konuşmasından yüzünden belliydi. tam kapıyı açtım bıraktığın için sağolasın abi diyecekken bi kız için hayatını mahvetme dedi. çok şaşırdım. yaklaşık olarak 2 haftadır intihar etmeyi düşünüyorum. daha hiçbir yakın arkadaşıma bunun konusunu açmamıştım. hiçbiri de gelip neyin var diye sormamıştı. sorsalardı da söylemezdim orası ayrı konu.bu konuları konuşmayı sevmiyorum. bana denecek şeyleri biliyorken ve bunları umursamayacakken konuşmanın lüzmu yoktu. ama yine de sormamıştı kimse. fakat benimle arabada 2 dakika ''senin evin nerde benimki burda gecenin bu saatinde niye dışarıdasın'' dışında muhabbet çevirmemiş olan adam benim durumumu ayrıntısıyla anlamıştı. o anın şaşkınlığıyla ses tonum inceldi ve nerden bildin abi dedim. tipin öyle duruyo dedi. sonra eve gittim. aynaya baktım. tipimde ne var la amuğakoyum dedim.
yok yok, şaka.
bilmiyorum. belki çok insan tanıyanlar için yüzümde bir kız için hayatını feda edebilecek bi sima vardır harbiden. arada ben de düşünmüyor değilim. ama olay bu değil. bu düşünceler kafama bir kızın benden ayrılması gibi basit sebeplerle oturmuş değil ki bu olaylarla intihar fikrine kapılanları da yadırgamıyorum. her insanın intihara meğil derecesi farklı. kimi en zor koşullarda yaşayıp kimsesiz bi şekilde büyüyüp hayatını devam ettirebiliyorken kimi sadece evreni sorgulayıp cevap bulamayınca bile intihar edebiliyor. dünya garip. insanlar garip. beynin işleyişi keşfedilememiş bir şaheser. çok soru var kafamda. çoğunuzda olduğu gibi. çok uzatmayacağım şimdilik. tıklanma sayısı veya yazdıklarımdan insanların bir şeyler öğrenmesi için açmadım bu blogu. günlük gibi bi düşünceler kusmuğu olarak kalsın burda. haydi rastgele
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)