26 Kasım 2018 Pazartesi

hisler listesi

1- 27 kasım salı 02.23
arkadaşıma hayvanlardaki zeta erkek tipini anlatmak için alfa beta familyasını baştan anlatmaya karar verdim. alfayı betayı gamma ve omegayı anlattıktan sonra tam zetayı anlatmaya geçecekken sabahtır sabırsız bi şekilde zetayı anlatmamı beklemesinin arkaplanında kendimi anlatacağımı düşündüğüne emin oldum. alfanın varolabilmesi için betanın olmasının zorunlu olduğunu, alfanın betaları kontrol altına aldığında veya koruması altına aldığında kendini alfa hissettiğini, betaların ise alfa olma çabasını omegaları aşağılayarak başarmayı çalıştığını fakat alfa olamadıklarını, zetaların ise hiyerarşinin dışındaki alfalar olduğunu, kimseyi aşağılamadıklarını, alfa olma çabasına girmediklerini, sakin olduklarını, gerçekten konuşmaya değer bir şey bulmadıklarında konuşmadıklarını, hiçbir alfanın onlar üzerinde hakimiyet kuramadığını anlattığımda 'evet kendini anlatacağını biliyordum' diyerek benim anlattığım zeta tanımına beni yakıştırması beni 1 saniyeden kısa bir süre iyi hissettirdi. kendimi görmek istediğim yerde veya oraya yakın olduğumun söylenmesi iyi hissettirdi. fakat bu iyi hissi fark ettiğim anda kısa süre bile sorgulamadan yok ettim.  'tamam oldum' hissi asla hissetmek istemediğim bir hâl. beni kamçılayan tek düşünce yeterli hissetmemek. benden iyisini görmek beni kamçılıyor. düne göre gelişmediğimi görmek beni kamçılıyor. duraklama yaratan her türlü düşünce veya duygudan kaçmak istiyorum. bi kişinin gözünde başardığımı görmek bir anlam ifade etmiyor. onun sözüne yanılırsam 'demek ki bazı şeyleri doğru yapıyorum bu durumu korursam diğer insanlar da benim için aynı şeyi düşünür' düşüncesi çok hatalı. herkesin algısı ve dünyası farklı. bir insanda yarattığım izlenimin çıkarttığı bu sonuç başkasında farklı olabilir. hâlâ çabalamaya kendimi bile ikna edeceğim o imkansız günü görene kadar devam etmek zorundayım. neredeyse herkesi küçümsediğim için, benden aşağıda gördüğüm birinin beni aşağılaması ihtimali beni ayakta tutuyor. onları duyduğumda kontrolüm altındaki öfkenin ortaya çıkıp sonuca ulaşmak adına tüm gerekli olanları yapması çok hoşuma gidiyor çünkü bunu kendi kendime yeterli oranda yapamıyorum. o yüzden bu hissedeceğim mutluluğu engellemek zorundayım. o anlık hissin uzun vadede beni durdurmasını istemiyorum. gözü dönmüş bir pitbullun sahibini unutması ve ona saldırması gibi hedefi dışında başka hiçbir şeyi görmeyen bir canavara dönüşmek zevk aldığım tek şey.


2- 27 kasım salı 21.19
kendimi küçük görmek ile en karanlık fantezim arasında bir bağlantı kurdum. içinde hiç malzeme olmayan tek renk küçük bir dikdörtgen odanın uzun kenarlarından birinin ortasında yüzümü duvara sırtımı odaya vererek sol bacağımı hafif miktarda öne atarak kırdığım sağ bacağımı ise arkaya doğru tamamen uzatarak göğsümü içime büzüp sırtımı dışarı doğru açarken kollarımı kırıp dirseklerimi belimde sabitlediğim yumruklarımı sıkıp yüzümde birleştirdiğim bir anda tam üzerime beyaz ve şiddetli bir ışık verilmişken kostüm giymiş 4 tane kadının beni onlar yorulana kadar kırbaçlamasının ardından onlarla birlikte olmak büyük ihtimalle bana en çok zevk verecek cinsel deneyim olurdu. bu mazoşist tavrı görünce dün geceki hislerime geri döndüm. çok basit ve bariz bir bağlantı var. insanların acı dediği her türlü fiziksel zihinsel durumlar, aşağılanma, duygusal boşalma anlarının hepsi bana üst düzey zevk veriyor çünkü içimdeki o çirkin yaratık bu durumun kaynağını bulup onu tek bir lokmada ham yapıyor. bunu yapınca da büyüyor tabi. onun büyümesi de, o, benim içimde bir yer kapladığı için benim boyutumu arttırıyor. bu sürekli büyüme isteği beni garip hissettirdi. garibin açılımı ne bilmiyorum. üzüldüm mü şaşırdım mı yoksa bu pislik hislere sahip insanlarla aynı bünyede bulunmak mı kötü hissettirdi bana, bilmiyorum. gerçi kötü bile hissettiysem kötüyü nasıl açacağımı bilmiyorum.

3- 30 kasım cuma 03.12
umudum kalmadı.

4- 30 kasım cuma 09.57
büyük bir pozitif enerjiyle uyandım.

5- 1 aralık cumartesi 04.32
saf bir mutluluk yaşadım ve acizliğimden nefret edip çöktüm.

6- 1 aralık cumartesi 22.14
bir arkadaşımla iletişimi kesme kararı aldım. tabi onun bundan haberi yok. 1 sene 2 ay önce bunu başka bir insan üzerinde denerken sürecin beni biraz soru işaretleriyle boğması fakat şu an bunu 1 saniyeden kısa bir sürede soğukkanlılıkla yapmam ve hiçbir şey hissetmemem üzerine kendime sordum. lan. bu zor bir olay. en azımdan belki de farkında olmadan tatmin olmuşumdur bu başarıdan. kötü hissetmediğim kesin olduğu içn bu ihtimale yoğunlaşıyorum. ama yine de bir cevap yok.

9 aralık pazar 23.37


uyuşma fikri hep lanetli bir olgu benim için. bunun sebebine sonra değineceğim fakat ilk uyuşmanın kaynağına baktığımda orada mutluluğun yattığını gördüm. tüm uyuşturucuların kaynağı mutluluktu. kişi mastürbasyon yaptığında, seviştiğinde, sigara içtiğinde, esrar kullandığında, hap atıp taksimin urderground mekanlarında sabaha kadar dünya o an dönmüyormuşçasına dans ederken nasıl uyuşuyorsa ve bunun sebebi yaşadığı anlık veya devamlı mutluluksa aynı şekilde, kişi piknik yaptığında, müzik dinlediğinde, yüzdüğünde, oturup kafasındakileri bir yere karaladığında da mutlu oluyordu ve bu mutluluk zamanı içerisinde beyinsel işlerinde, bilişsel fonksiyonlarında yavaşlama, azalma veya tamamen yok olma durumunu yaşıyordu. peki ya bu neden istenmez bir şey olsun ki. çünkü bu yaklaşıma sahip olma durumunda insan, tanrı olma yolunda ilerleme sürecinde hiç de samimi değildir. kişi tanrı olma veya tanrı olmaya çalışma kararı aldığı andan itibaren teorisini pratiğe dökmeye kalkarsa kendi içinde yaşayacağı gelişme grafiği ya parabolik ya logaritmik ya da düz bir grafik olmak zorundadır. yani grafikte herhangi bir sekte göremezsiniz, ne bir sabit an ne bir aşğıya düşüş. tanrı olmak isteyen insan gelişme ve ilerleme fikrinden kendini alıkoyacak maddeleri kendi hayat denklemine koymamalı üstüne üstlük durmamalı da. ama insan bunu başaramadığı anları görünce kendine kızıyor. daha çokçabalaması ve geçmişinde geçirdiği durağan zamanların telafisini yapması gerektiğini düşünüyor. ama dur. ya başından beri bakış açısında bir hata varsa. ya harbiden, insan, tanrı asla olamayacaksa ve eğer ki olma yolunda ilerlemek istiyorsa o zaman da bu ilerlemenin insan bünyesine uygun olması gerekiyorsa ve insan bünyesi yetersizse. yani bu sadece ilerleme gösteren grafik insan bünyesine uygun değilse ve bu ilerlemenin aralarına sağlıklı bir bünye ve zihin için nadir mutluluk duraksamaları gerekiyorsa. o zaman başta birbiriyle çelişkili gelen uyuşmak ve tanrı olma çabası arasında aslında bir ilişki olduğu ortaya çıkar. insan, tanrı olma yolunda yetersiz oluşunu telafi etmek için(asla tam olarak ilerliyor durumda olamamak) başka bir yetersizlik(arada mutluluğun verdiği uyuşukluğun bünyeyi yeni çabalara ve günlere hazırlaması) örneği sergilemesi gerekiyor. yani aslında tam siyah gibi değil ama beyaz hiç değil. siyahla beyazın arasında siyaha daha yakın bir yerlerde. ama oldu mu şimdi. mantığın 2. ve 3. ilkesini reddettim şu an. bu süreç gayet meraklandırıcı. altından bi şey çıkabilme umudu veriyor bana. 



23 Kasım 2018 Cuma

buraları gece hep kırmızıya çalan sepya

neden bilmem. kamera da algılayamıyor bir türlü. karanlık bir görüntü. muhteşem bir hava. bu saate kadar uyumamış depresyonu sinapslarında yaşayan biri için zihni bir noktaya yoğunlaştırıp sessizleştiren ve korkuyla kişiyi baş başa bırakan bir sahne. bense ona bakmak yerine buraya yazıyorum. hep böyle miydi acaba. yoksa büyük deprem öncesi çığlıklar mı. çığlık demişken bu vakitlerde köpekler ve martılar oldukça huysuz. arada bir de hırsızlar uğruyor mahalleye. yan komşular uyanıp adama sövüyor aşağı inip ona haddini bildirmek yerine. ilginç. yani benim buna alışmam. bir şeylerin doğrusunu sürekli etrafına dikte etmeye çalışan çocuk ben yok oldu. ama o zamanlar şu anki hâlime sahip insanları görebiliyordum. ve onlar gayet aşağılıktı. şimdi onlardan biriyim ama kendimi kötü hissetmiyorum. sigaranın külünü tablaya atacak enerji bile yok içimde. ne yazdığımı umursayacak sosyal kaygı da. gökyüzü daha da kızıllaşmış. bunu söylemiştim sanırım ama köpekler neden bu saatte havlıyor. acaba istanbuldan bi süreliğine uzaklaşsam mı. o zaman da burada tanıştığım insanların çoğu ölüp ben hâlâ yaşamaya devam edersem vicdan azabı çekerim. bu kadar güzel bir ölüm fırsatını kaçırmış olmak üzücü olurdu. yoksa içimde mi büyütüyorum. bulutların ardı simsiyah. peki ya bu garip olansa. bulutların geri kalanı da kırmızı olsaydı belki güneş ışınlarının kırılması diyerek geçiştirebilirdim bu mevzuyu. insan anlayamayınca korkuyor. sessiz sakin fakat bir şekilde dışarıdan ilgi çekici bir görüntüye sahip biri için örneklenebilir mesela. kişinin gizemli gelme sebebi ona bakanın onu anlayamaması. fakat o kişinin yapacağı bazı mikro ifadeler bu gizemin ilgi çekici olmaktan çıkıp ondan korkulmasına sebep oluyor. halbuki o kişiyi anlama isteği daha da artıyor gözlemleyenin. korkutucu olan şeyi anlayamazsa ona karşı kendini savunamaz. basit hayatta kalma prensibi. ama gözlemcinin burada bir seçim yapması gerekir. ya korkutucu olan şeyi anlama pahasına ona yakınlaşıp hayatını bir süreliğine riske atacak ya da hayatına değer verip direkt oradan uzaklaşmayı tercih edecek. uzaklaşmak kolay olan ki hatta mantıklı da olan. o yüzden insanlar sosyopatları izlemeyi yalnızca filmlerde seviyor. kendilerine zarar gelme ihtimali yok. ve böylelikle karşılarına böyle bir insan geldiğinde kendilerini daha tecrübeli hissediyorlar. korkuyu yenmenin basitleştirilmiş hâli. yine gayet mantıklı. ama aslında bir şeyleri kaçırıyoruz. bu kişilerin içinde olduğunu hissettiğimiz canavar hepimizin içinde var. birçoğumuz bunun farkında değil. bir kısmımız bunu sezebiliyor çünkü yeri geldiğinde insanlık dışı gelecek senaryoları inşa edebiliyorlar lakin toplumsal kaygılar bunu gizlemeleri için onları duraklatıyor. bir kısmımız yalnızca hissetmekle kalmayıp bunu yaşamış da. zira çoğunluğumuz gibi şüpheleri olmadığı için bunu dışavurmaya devam ediyorlar. ta ki bazılarımız, işte onlar canavarı kontrol altında tutanlardır, ormanda tek başına yürüyebilecek yetiyi edinmişlerdir. ama ben nerdeyim. tek önemlisi bu. bu çizdiğim hiyerarşinin dizilimi hatalı da olabilir. bana ne. vaziyet bu. canavar olarak yaşamanın hatalı tarafı nedir. belki de onlar canavara saygı duyanlardır. belki de onlar canavarı görüp onu kontrol altında tutanlar için 'canavarı öyle veya böyle gördü ve ondan korktuğu için onun yanına bir daha uğramadı' şeklinde düşünüyordur. ama böyle düşünmesinler. bu hatalı olur. o kişiler canavarı doğru yerde çıkarmasını iyi bilir çünkü. ama hayat iyilerin dramatize edildiği ve alçakgönüllü olanın er veya geç kazandığı bir yer değil. umarsız olan da kazanabilir. belki de canavarla tecrübesi daha fazla olan çizimi hep aptalca yapılmış karakter galip gelir. fakat biz iyinin kazandığını bilmek isteriz. bunu görüyor olmak doğal bir uyuşturucudur. çoğumuz belki de hepimiz dünyaya iyi niyetle geldik. ama gelişimizin öncesinde belirliydi bu. hatta doğumundan itibaren kötü şeyler deneyimleyenler bile uzun süre iyiye verdiği değeri kaybetmedi. pff. çıkar yolu yok. hâlâ doğru olanı veya daha iyi olanı veya daha kârlı olanı arıyorum. cevabın olmadığını bile bile. felsefe dilin yanlış anlaşılmasının bir sonucudur ki yalnızca felsefe değil birçok sorun için geçerlidir bu. ortada yalnızca durumlar vardır. durumların arkasında bir anlam gizli değildir. insan zihnine yalnızca durumlar yeterli gelmez. onu gerçekten anlamak ister. çoğu zaman yalnızca anladığını sanır fakat asıl olan anlama gayesinin ardında korkuyu giderme isteğinin oluşudur. bazıları kolay emin olur. bazıları emin olmayı önemli gördüğü için kolay kolay oltaya gelmez. daha da derinini kazar. ama kazdıkça görecektir ki eline gelen yalnızca toprak. evet toprak. toprağın kendisi. ne toprağın içindeki çamurlu kısımın farklı oluşu. ne bazı yerlerde çıkan solucanın kattığı farklılık. ne de koparması zor bitki köklerinin altındaki gizli varlığı. hayır yalnızca toprak. gökyüzü normale geri döndü. çok rahatlatıcı bir mavi beyaz örüntüsü. az önce kırmızıydı. ama sadece kırmızı. gördüğümden ötesi değildi. önceden de olmadı sonra da olmayacak.

10 Kasım 2018 Cumartesi

çirkin eksik kusurlu olanı sevmek

doğduğumuz dünyadaki güzelliğin karşılığı kusursuzluktu. bir çizik, hızlıca alıştığımız standardın dışında kalan herhangi bir şey moralimizi fazlasıyla bozmaya yetiyordu. alışkanlıklarımızı sorgulamak yorucuydu. kabullenişlerimiz o kadar güçlüydü ki gerçek sanıyorduk. ne kadar bilincimiz aptalca olduğunu söylese de hep daha iyisini aramaya devam ediyorduk. daha iyi ev, iş, araba, eş, sağlık, para, ayrıcalık. amacımız bir şekilde mutlu olmak değil şu dünyada daha üstün bir yer kapmaktı. tatmin oldukça şişen, şiştikçe daha fazla tatmine ihtiyaç duyan egomuza yetişmekti derdimiz. 

sonra? sonra yaşadık. ta ki ilk savrulmaya dek. en başta kendimizin mükemmel olmadığı gerçeğine bir şekilde ulaşana dek. mona lisa bile dağılırken biz de etten kemiktendik. çok basittik. kırılgandık. hastaydık. elimizdekiler de bozuluyordu. hatta etrafımızdan ölenler bile oluyordu. garip. bunca kusursuzluk beklentisinin temelinde bu kadar temelsiz bir yapı olması... garip. 

aldatılmış olmak sorun muyd bilmiyorum. geriye dönüp eksik kalan u harfini eklememek zor olsa da devam edeceğim. filmlerdeki kusursuz güzel insanlar bir makyaj hilesiydi ama bu ne kadar önemliydi? hiçbir şey ilk alındığı gibi olmayacaktı ama hep yeni bir şeyler vardı, sıkı sıkıya bağlı olduğumuz. 

konfor arayışının daha fazla rahatsızlık getirdiği gerçeğine ikna olacağımız şoklardan sonrası eksik, çirkin, kusurlu olanı sevmeye başlayabiliyoruz galiba. biliyorsun ki göz altı çizgileri çok daha anlamlı. seviyorsun onları. eksik kalan daha gerçekçi. saygı duyuyorsun. hepsi bir farklı geliyor artık gözüne. bazen milyarlık kulaklıktansa beş on liralık bir kulaklıktan çıkan sesin daha hoşuna gittiğini anlıyorsun. milyarlık telefona sahip çıkma endişesi yerine ekonomik bir telefonu özgürce, savrukça kullanmayı daha çok seviyorsun. biliyorsun çünkü hayatının bir parçası yapamazsın onu. ama yapanlar var çok iyi biliyorsun.

''kusursuzla'' işin olmuyor artık. sadece çok iyi tanıdığın bir insanın yüzündeki farklılığı seviyorsun.




 

törpü

nehrin içerisinden sökülen zehri incelerken önce nehre bakıp kalıntılarının süzülüşünü incelemek, onu yakalayamayacağını fark edip daha da odaklanmak, odaklandığının farkına varıp sadece odaklanmaya odaklanmak ama asıl odaklanmayı başaramamak, ardından akıldan bir anda saçma bir düşünce fırlaması ve zehir ile nehir arasındaki ilişkiye dair yaptığın gözlemlerin bağlarının daha anlaşılır olması.

artık anladığını sanmak, anladığını sanarak hareket etmek, gülümsemek, küçümsemek, ama tekrar başına geldiğinde düşündüklerinin hiçbirini gerçekleştiremeyeceğini ve ne kadar aciz olduğunu göreceğini o an gelene kadar aklından hiç geçirmemek.

o anı yaşamak, kaybolmak ve kaybetmek, çöküşü hissetmek, çöküşe anlam yüklemek, çöküşün seni ele geçirmesine izin vermek, bununla birlikte daha da hissetmek, duygularının içinde bir canavara dönüşmeden önce onu ne kadar çok küçümsediğini, onun görünüşündeki tatlılığın ve acizliğin seni kandırmasına izin verdiğini hatırlamak, bir şeyleri küçümsemenin ne kadar hatalı olduğunu defalarca tecrübe etmene ve bunu yapmamak için aşırı çabaladığını düşünmene rağmen küçümsediğin yeni bir şey olduğunu fark etmen ve bunun yine sana zarar verdiğini görmen.

buraya nereden geldik? kendine verdiğin sözlere ne oldu? yanlışları görmüştün ve hani teorin pratiğindi? bir insanın sana zarar vermesinin tek yolu hani yalnızca o kişiye değer vermek ile alakalıydı? değer vermenin kaynağı neresiydi? evet, anlam yüklemekti, biliyordun, peki o zaman neden tekrar anlam yükledin? neden tekrar kafanın içinde onunla birlikte hayaller kurdun? neden gözünün önüne onun yüzünü getirdin saatlerce? neden sevmeyi tekrar hissettin? hislerini döküşünün saflığını ya anlayan ve tepki vermeyen ya da belki hiç anlayamayan birine bunu önceden bile bile göstermek seni kaybettirdi.

süreci geçirdin. artık her şey bayağılaştı. bunu kaçıncı tekrarlayışın? çok oldu. sigaranı yak. geç oldu. 5. kısımda neler olacağını biliyorsun. bu zinciri düzenli yaşamak ve gözlemlemek son ve zor olan bu kısmın süresini 1 saniyeye düşürdü. duygusuzlaştın ve artık bunu anlıyorsun. hayır. yanılmamışsın. başta kendine kattığını sandığın konuda haklısın. ruh hastası bir orospu çocuğuydun. artık aynı zamanda duygusuz bir orospu çocuğusun ve yukarıda tüm yazdıklarınla dalga geçecek düzeyde bir deli.

seni artık üzememeleri ne acı. duyguları tadamıyorsun. çoğu insanın bilinçaltına atarak yaptığı şeyleri heralde bilincimden kustum. mutlu da değilim, şaşkın da korkmuş da. beni ayakta tutan tek şey öfke. öfkenin beni ele geçirişi geri kalanların hepsini ingiltere tarafından sömürülmüş afrika ülkelerine dönüştürdü. ve çocuğum olan gurur ile arkamdaki ölü bedenlere bakıp yola konulmanın vakti geldi. umutsuzluğa alışmayın, yatağa küs girmeyin. öptüm.

14 Eylül 2018 Cuma

kendime tavsiyeler

-bu dünyanın her konuda adaletsiz ve acımasız bir yer olduğunu unutma. her şey şans eseri bir arada. her şey tesadüf eseri oluşuyor ve başına saçma sapan bir olay gelmemesi için hiçbir sebep yok.
-değerli biri olmadığını unutma. hayatının hiçbir anında değerli olmayacaksın. diğer insanlar için de aynısı geçerli ama bazı dallamalar bunun farkında değil.
-kimseye empati besleme. kimin hangi anda hangi durumda olduğunun hiçbir önemi yok. genlerinin kafasına taktığı tek şey kendi hayatının sürerliliği ve sonsuzluğa ulaşabilmesi için üremen. genlerin kendin dışında başka hiçbir şeye önem vermiyor. yaptığın her hareket bencilce olmak zorunda. sonunda manevi veya maddi tatmin elde etmediğin hiçbir hareketi ne sen ne bir başkası yapacak.
-hiçbir zaman kendini beğenme. kendini beğenmeyi hak eden bir varoluşa sahip değilsin. bu hayatta ya çöplüğün içinden ışıldayan tek tüklerden biri olacaksın ya da çöplüğün içinde çürümeye devam edeceksin. bu hayatın adaletsiz oluşu sen daha doğmadan senden çok şey aldı ama sana zeka bahşetti. bunu kullanmak dışında başka hiçbir seçeneğin yok varoluşunu mükemmele tamamlayabilmek için.
-hiçbir zaman yalan söyleme. yalan sorumluluk gerektirir. öyle bir sorumluluk türü ki yerine getirebilmek için iyi bir hafızaya sahip olmak zorundasın. hayatın sana bahşettiği diğer bir özelliğin ise hafızandan istediğin her şeyi, en travmatik olayları bile silebiliyor olman. ama bunun seviyesi bu hediyeyi lanete çevirmiş durumda ve hafızan çok kötü. altına girdiğinde çıkamayacağın bir top.
-asla pişman olma. pişmanlık kaygı doğurur. hiçbir şeye değer vermiyor olma sebebin değer vermenin kaygı doğuruyor oluşu idi. kaygı çok fazla insanın neden sahip olduğunu bilmediği için hayatlarından asla atamadığı bir lanet. bir şeyden pişman olabilmen için öncesinde o şeyin senin için değerli olması gerekir. hiçbir şeye değer vermeyen biri olarak hiçbir şeyden pişman olma hakkın yok. pişmanlık sonucu değiştirmeyecek.
-sonuç dışında başka hiçbir şeye odaklanma. sonuca nasıl ulaşıldığına bak. sonucun kendisine bak. sonucun doğuracağı ihtimalleri düşün. sonucun sebebi tek mi birden fazla mı buna kafa yor. sonuçtan ders çıkarmak için sonucun sebep veya sebeplerini çok iyi analiz et. fakat asla söylenme. asla pişman olma. asla keşke deme. sonuca asla tepki verme. sonucu değiştiremeyeceksin.
-istisnasız olarak her durumda soğukkanlılığını koru. sonunda ölüm bile olsa genlerinin senin en zor durumda bile sana adrenalin ve stres pompalıyor olma sebebi senin hayatta kalmanı sağlamak. hayatta kalabilmen için ise kaotik durumu anlık olarak analiz edip yorumlayıp harekete geçmen gerekiyor. bunu ancak sakin kalarak yapabilirsin. vereceğin her türlü duygusal tepki(şaşırma, korku, üzüntü vs.) senin durumu kontrol etmeni zorlaştıracak. sakinliğini korumayı başaramadığın anda kaybedersin.
-içindeki canavarı açığa çıkar. her insan içinde bir canavarla yaşar. kimisi daha onun varlığından bihaberdir, kimisi onu tanır ve onun kendisine hakim olmasına izin verir, kimisi onu kontrol eder. nietzsche der ki: Ne çok gülmüşümdür keskin pençeleri olmadığı için kendini iyi zanneden zayıflara.
nietzsche çok fazla insanın kendi içindeki canavarı tanımadığını bilir. bu insanlar kendilerini zararsız olarak tanımlarlar fakat daha önce zararlı olabileceklerini hiç tecrübe etmemişlerdir. kendini veyahut insanlığı anlayabilmen için önce ne kadar insanlıkdışı bir insan olabildiğini deneyimlemen gerek. içindeki canavarın neler yapabildiğini görüp o durum veya durumların üzerinde gereğinden fazla düşünüp o canavarı kontrol altına almak zorundasın.
-kendini hiçbir grubun içinde görme. sen bir insansın ve her insan birbirinden apayrı canlı türleri. kendini hiçbir zaman bir topluluğun içinde görme veya savunucusu olma. onlar hiçbir zaman seni gerçekten yansıtmayı başaramayacak. hatta sen bile seni tam olarak yansıtamayacaksın. evet sen bir erkeksin ama erkekten ötesi değilsin. sadece erkeksin. erkeklerin sahip olduğu bilimsel gerçekler dışındaki hiçbir genelleme seni alakadar etmez, senin için doğru olsalar bile.
-bu hayattaki en önemli problemin ''bu hayatın bir anlamının var olup olmaması'' olduğunu düşünmeyen herkes daha hayata yüzeysel bakma safhasını geçememiş kişilerdir. onlarla ciddi konuları derinden tartışamayacağını unutma ve onlarla geçireceğin sohbeti buna göre şekillendir.
-insanlar hakkında kötü düşüncelere sahip olduğunda bu düşüncelerini onların yüzüne en acımasız cümlelerle göster. eğer olgun bir bireyse önce senin ona karşı söylediğin iddiaları kendi içinde değerlendirip daha sonra sana sakince tepkinin sebebini soracak ve düşüncelerine önem verecek ya da seni hiç umursamayacaktır. olgun biri değilse öncelikle senin bu yapacağın hadsizliği toplumda yapabilme potansiyeli olan insan sayısı çok az olduğundan çok yüksek olasılıkla daha önce böyle bir tepkiyle karşılaşmadığı için ilk başta ne olduğunu anlayamayacak. ardından senin ona yönelttiğin negatif düşünceleri o da kendi içinde bir yerlerde onaylıyorsa fakat bunu ister kendisine kabul ettirmek istemiyor ister ortamdaki diğer insanlara kabul ettirmek istemiyor olsun, bu tepkini yalanlayacak veya sana karşı agresifleşecektir. her duruma hazırlıklı ol. burada yazanlar dışında kalan eksepsiyonel durumlara da.
-birisini dinlerken tepksiz bir yüz ifadesi ile sadece onun gözlerinin içine bak. ama bakışın boş olmayacak. karşındaki kişi sana baktığında kendisine farklı bir şekilde baktığını hissetmek zorunda. bu sırada onun sözünü asla kesme ve onu gerçekten dinle. o farklı bakışınla sadece yüzünle bir şeyler deniyor olduğunu düşünmemeli. onu gerçekten dinlediğini ona onun için değerli sorular sorarak veya cevaplar vererek kanıtlamak zorundasın.
devamı gelir heralde.

9 Mayıs 2018 Çarşamba

beklerdin, ne buldun sen yeryüzünde hey serseri? bilinir mi böyle yerde bir kimsenin öz değeri? unut artık bunca yıldır tükettiğin emekleri, devlet kuşu konsa bile istemem ben bundan geri, işte geldik gidiyoruz, şen olasın halep şehri. sen pişirdin, sen yuğurdun, elin hamur karnın açtır, kursağına düşen en son tuzsuz, yağsız bulamaçtır, kimse bilmez kim kazanır bu oyunda, bu bir maçtır, yediğimiz emek aşı, içtiğimiz alın teri, işte geldik gidiyoruz, şen olasın halep şehri. uğraşırsın, çabalarsın, parasını eller alır, bir gölgeye benzer umut, bir uzanır bir kısalır, çok umuda düşen kişi karanlıkta yaya kalır, bir oyuncak sanmış idik bir zamanlar koca dehri, işte geldik gidiyoruz, şen olasın halep şehri. yüze geldi düne kadar köşesinde keyf çatanlar, vatansever oldu çıktı başımıza kaltabanlar, bizler bugün buyruk kulu, onlar ise kahramanlar, biz batakta köprü olduk, başkaları geçti nehri, işte geldik gidiyoruz, şen olasın halep şehri. bir kılkuyruk gelir sana çalım satar, kafa tutar. birer birer toplarsın sen, o binleri birden yutar, binbir çeşit ezgi hergün aşımıza ağı katar, bir boğazı tokluğuna çekiyorsun bunca kahrı, işte geldik gidiyoruz, şen olasın halep şehri. dinlenmeden bir gün başım gençlik böyle geldi geçti, olan işler yüreğimde birer birer yara açtı, neden sonra alık gönül karanlıkta akı seçti, kutlu olsun gelenlere bu uğursuz konuk yeri işte geldik gidiyoruz, şen olasın halep şehri. namdar rahmi karatay

27 Nisan 2018 Cuma

YA OY VER YA DA KOY VER

her şey bu kadar basit mi?

hayattaki herhangi bir soruya minimum 3 farklı şekilde cevap verilebilir.

A) ben buna 'hakim cevap' demeyi tercih ediyorum. evet, hayırla cevap verilecek sorularda, seçenek istenen sorularda ve geri kalan her birinde o an belki akıldan ilk geçen, belki en çok istenen, belki en çok canımızı çektiren, belki istatistiksel olarak domine eden cevap. sebebi ne olursa olsun bu seçenek soruya verilebilecek ana cevabı temsil eder.

B1) bu ise çoğu zaman hakim cevabın ya birebir zıddı ya da büyük farklılıklar içererek oraya kondurulmuş bir 'aykırı cevap' veya bazı durumlarda rastgele seçenek olarak var olan bir cevap.

B2) her zaman var olmak zorunda olmamakla birlikte genelde oluşan muhalefet cevabına getirilebilecek her türlü alternatifi temsil eden veya bazı durumlarda oluşan rastgele seçeneklere yeni birer rastgele seçenek olma durumu taşıyan 'alternatif cevap'.

C) taa 'doğru kavramı var olmayan bir kavramdır' demeye kadar uzanan bir yolu başlatan bu seçenek, bu sorunun herhangi bir doğru veya seçenekler arasında seçim yapmanın herhangi bir metot ile çözümlenebileceği bir cevabı olmadığını iddia eden ben diyeyim 'nihilist cevap' siz diyin 'öyle şey mi olur'.

örnekler:
1) pazardan ne satın alabilirim? bu soruyu kendine soran kişi bin bir sebepten ötürü ilk elma diyerek başlayabilir cevaplamaya. bu hakim cevap. sonrasında vereceği aykırı cevap elmanın birebir zıddı veya büyük farklılıklarla karşısında duran bir aykırı cevabı olmadığı için, rastgele bir aykırı cevap olarak armut cevabı verilebilir. ardından sayılabilecek cevapların yani pazarda satılan şeylerin bütünü, alternatif cevap sınıflandırmasına girecektir. fakat elbette kişi ben neden yaşıyorum? yaşamaya devam etmek zorunda mıyım? yemek yiyerek yaşamaya devam etmemi zorunlu kılan şey nedir? gibi deli saçması sorularla yemek yememeyi yani pazara gitmemeyi zorunlu tercih edip 'bu soruya bir cevap veremiyorum' da diyebilir.

2)kendime değer veriyor muyum? varsayalım ki(bence fark etmez) evet cevabı hakim cevap olsun. hayır aykırı cevap olmak zorundadır. bu soruda alternatif cevap olmasa da aslında evet ve hayırın devamında getirilebilecek gerekçeler farklılık gösterebileceğinden 'hayır şundan'a aykırı derseniz 'hayır bundan'a alternatif diyebilirsiniz ama ben hayır değişmediği için dememe taraftarıyım. deli arkadaşı sahneye sürersek, değer insan uydurması ve var olmayan bir kavramdır o yüzden bu soru cevaplandırılamaz bir sorudur diyecektir.

girişi yaptığıma göre siyasete gireyim. önce bu yazıyı okuyan insanlığa biraz faydam dokunsun istiyorum. akp ye oy vermiyor olmak sizi ayrı, ayrıcalıklı, değerli, farklı falan kılmıyor. sadece olağan durumu gerçekleştiriyorsunuz. kendinize farkında olmadan bir değer biçiyorsanız bu konudan dolayı, artık farkına varın. ben bunu şeye benzetiyorum amına koyim. lavuğun biri her haltı yiyor. sonra yüzüne söylüyorsunuz yaptığı her şeyi. size cevap olarak 'evet yaptım. en azından dürüstüm.' diyor. yavşak bi de savunma mekanizmalarını devreye soktuğundan dürüst olduğunu söylediğinde onu tebrik edeceğimizi ve bu olaydan sıyrılacağını sanıyor küçük beyninde yarattığı umutla. dürüst olmak belki günümüzde insanların artık az rastladığı bi şey olsa da dürüst olmak seni ayrıcalıklı kılmıyor yarak kafası seni. olağan durumu gerçekleştiriyor olmak sizi farklı hissettirmesin özetle.

neyse. geçen seneki seçimlerdeki tavrımı anlatayım önce. ben, görünürde 'lütfen oy ver. sen ve senin dışındaki her vatandaş düşüncelerini temsil eden kişi veya kurumlara oy vermeli. demokrasinin gerektirdiği ve vatandaşına değer veren devlet anlayışı budur. herkese değer veriyoruz, hu huuuu. arada bir de mutluluktan birbirimizin osuruğunu kokluyoruz yaşasın' gibi bir yaklaşımla yaklaşan biri eğer ki ardından benim ardımdan oyuna değer veriyoruz demesine rağmen sandıkta hile yapıyorsa, bu kişi veya kurumlarla ilgili şunu düşünüyorum: https://www.youtube.com/watch?v=vzfXj9_DzTw
yok aslında bunu düşünmüyorum. bu kişi veya kurumları yeterli güce ulaştığımda ortadan kaldırmayı düşünüyorum sadece. çünkü doğa kanunu böyle işler.

insanoğlu tarih boyunca uydurma yasalar yarattı. insan hakları cart hakları curt hakları. hepsi bize güzel geliyor. birçoğu çıkarımızı gözetiyor. hepsi olması gereken gibi duruyor. ardından demokrasi. herkese değer verilen bir sistem. sanki gerçekten de olması gereken buymuş gibi... değil mi sizce de? mesela bunları okuyan kişinin zihninde şu an tek boynuzlu uçan at oyuncağının gökyüzünde kişiye selam veriyor olması lazım. bence güzel yakaladım o anı.

eğer ki bazı kişiler uydurduğu yasaları uygulayacağını iddia edip uygulamıyorsa bu yasaların hükmü biter ve doğamıza geri döneriz(en azından benim yaklaşımım bu). doğa çoğu zaman acımasızdır. ve yine söylüyorum kişilerin size verdiği vaatlerin tutulmaması sizin hayatınızı baştan sona etkiliyorsa ve bu kişiler başka insanların da hayatını sömüren birer yaz sivrisineğiyse benim bu konudaki düşüncem onları terlikle duvar arasında preslemek. fakat bunun için terliğe ihtiyacım var ve geçen seneki seçimlerde terliğe sahip değildim. işte o yüzden benim kararım oy kullanmamak oldu. yani koy vermedim. hayır vererek vatanı kurtardığımı düşünmek istemedim. hayır vererek bana yapılan şerefsizliği bile bile çaresizce oy kullanmak istemedim. ama ne oldu? yine vicdanım el vermedi. bu bakış açısını anlattığım hiçbir insandan mantıklı bir açıklama alamadım oy kullanmam gerektiğine dair. tabii ki de bir umuttu yaşatan insanı. onlar da bir oy bir oydur dediler sadece sanki ben aksini iddia etmişim gibi. ama kimseye demedim bunu ve onları kırmamak belki de dışlanmamak(?) adına oy kullandım. noldu? haklı çıktım. hile yapıldı. yapmazsalar kaybedeceklerini bildikleri için hile yaptılar ve benim oyum çöpe atıldı. sadece benim değil. herkesin.

bu seçimde de aynısı olacak. ben yine reis ölmeden terliğe sahip olmaya çalışırken bir şeyler oy vermeme sebep olacak. ve yine reisi balkondan selam verirken göreceğiz. koy verenlerin birçoğu gerçekten de o esnada denizin keyfini çıkaranlar olacak. katil fikirlerin kurbanı olmamayı dileyenler belki de... neyse. bu topraklardan umudum da kalmadı zaten. herkes(belki de toplumlar) hak ettiğini yaşar vesselam.

6 Şubat 2018 Salı

bir ihtimal daha var o da ölümsüz olmak mı dersin

ölümden daha önemli ne var ki? bilemiyorum. daha önde bir öncelik koyamıyorum hayata bakarken. peki bilinçlerimiz bedenimizden alınıp canlı olmayan yani yaşlanmayan, yaşlansa da yerine yenisini rahatlıkla koyabileceğim yani büyük bir felaket olmadığı takdirde ölmeyecek bir bedene konulursa? al sana ölümsüzlük. belki kısmen ama uzun süreli. tabi o zaman bir sürü sorun çıkıyor. prezervatiflerin piyasadan kaldırılıp herkesin kısırlaştırılması falan lazım ve çok zengin kesim dışındaki herkesin katledilmesi vesaire. ama son yine var. evren içine çöküp kaçacak delik kalmadığında yine yok oluyoruz. tüh. gene ölmeyebilemedim. dur dur. ya kıyameti engelleyebilirsem? yok amınakoyim. onu şimdiki bilimkurgu yazarları bile kaleme dökemez daha. yani nasılını bilimsel dille anlatacak bir altyapı yok. gerçi filmlere ışık hızında araçlar girdiğinde onların da nasıl olduğunu açıkladıklarını sanmıyorum. hayal alemi değil mi? yere bağlayan zincir falan yok. ya gerçek ya hayal. bana ne? ben uçuyorum moruk, yakalamayı dene. şimdi güzel şeyler çıkacak. en büyük felaketi engelledim. kıyamet falan yok. şimdi ufak tefek şeyler var. yok 15.6 büyüklüğünde depremmiş yok küresel ısınmaymış falan. hadi dünyaya bir cisim yaklaştı yok çarptı diyelim. yaşanacak bir sürü gezegen var. kahretsin ki onlar da yok oldu. ben yaratırım olm. jupitere gider ağaç falan dikerim sonra kesmek için. bundan sonra her şey yok olup tüm enerji ısıya dönüşürse ölmek isteyebilirim belki. ama dur. çok uçtum. onları benden sonrakiler düşünsün. benim derdim gerçek ölümsüzlük benim bakış açımı nasıl etkiliyor?

bir anda ahkam kesmesi zor. ama taslak biçiminde düşünüşümü yazıp hatalarımı fark edince onları değiştirmem daha kolay duruyor. bi kere istediğim kadar uyurum lan. canım uyumak istemediğinde falan aklımdan geçen şeyleri yaparım. ama dur. zihnimi yaşlanmayan bir bedene koyarsam vücudumu dinlendirmeye ihtiyacım kalmaz. zihin için de bağlandığında 1 saniyeliğine kapanıp 8 saat uyku uyumuş hissi uyandıran makineler yaparız. sanırım hayallerim gerçek oluyor lan. insanların felsefe yapmak dışında başka hiçbir uğraşısı kalmayacak. geri kalan tüm sistematik veri yığınıyla benim yerime ilgilenip insanlığın bugün 100 yılda yaptığını 3 dakikada yapacak türden yapay zekalar üretmiş oluruz kuvvetle muhtemel. gerçi bu yapay kurabiyeler felsefe de yapar ama o özelliklerinin fişini ben çektim. ben yaratmıyo muyum dünyayı. fazla sorgulama. bunlar fazla sorgularsa bizi efendileri olarak kabul falan etmezler mazallah. gerek yok. işlerini yapsınlar, tanrılarını pohpohlasınlar, kafi. lan. dur. noluyo. en başa geri döndük amınısikim. gerçi çok da benzemedi. henüz allmighty değiliz. zaten her şeye gücü yetmeden kendi yerine geçebilecek bir canlı yaratan insanoğlunun 3 kuruşluk aklına tüküreyim ben. hiç mi öğrenmediniz bi şey lan onca yıllık evrimden sonra. yapay zeka insanoğlunun gelişmesini tamamladıktan sonra üretmesi kendisi adına daha faydalı bir teknoloji. hanginiz ölümden korkmuyorsunuz sayın büyük kardeşler? hani diyordu ya şarkıda
'' ödünüzü koparıcak bi fikrim var, hepimiz yok olucaz ve hükümdar, bi onun haberi yok ''
yok yok onların da haberi var. rakafela ölmedi tabi. yaa. ne sandın. neyse. ben de o kadar param olsa kanseri falan siktir edip ölümsüz olmaya çalışırdım sadece. içimde daha ortaya çıkmamış bi orospu çocuğu var. ortaya çıkmasa daha iyi zaten. dünyanın 2. bi hitlere ihtiyacı yok. konu dağıldı, siktir et beni. baya bi geliştikten sonra kendi evrenimin tanrısı olmaktan başka çare kalmıyor. tanrı oldun da noldu? ben sana adam ola... hahahaha. bu yazdıklarım için affedilmek adına sanırım çok çabalamam gerekecek müslüman olunca.

yalnız düşünmesi de ne zormuş. şu an yaşamaya dair en ufak bir motivasyon bulamayan ben yarattığım dünyanın tanrısı oldum ve elimde tanrı olmak ve olmaya devam etmek adına da bir motivasyon yok. çok kısır döngüye girdi aklımdakiler. yani aslında benim yaşamın özüne ihtiyacım var evvelde.bu şeyi neden yapmalıyım sorusuna verebileceğim bir cevap. ilerde bi gün bu sikimsonik senaryo gerçek olur da hayatta kalan insanlar bu sorulara kafa yormazsa senin doğal seçiliminin anasını sikerim öbür dünyada haberin olsun. öylesine tanrı olunur mu lan. siz ölmenin yolunu bulur son verirsiniz hayatınıza bi gün yaşamaya dair bir sebep bulamayınca. yolu benim gibilere bırakın. aslında yine bir sonuca vardım. ölümlü de olsan ölümsüz de fark eden bir şey yok. hâlâ daha eylemleri şöyle veya böyle neden yaptığına dair anlamsal bir açıklamaya ihtiyacı var insanoğlunun. ama ne gariptir ki ölümlü olmak bu soruları çok önemli kılıyor. zaman kısıtlı. stres fazla. sorgulamaya dair doğurganlık yüksek. ölümsüz olsak uzun bir süre kafaya takmayabilirdik. çile yok. stres yok. ağzımın üstünde üzüm taneleri altında elektrik devreleri. somut her şey zaten bensiz de üretiliyor. sefasını sürmekten beni alıkoyacak ne yaşamış olabilirdi ki insan bu sorularla gençliğini heba edecek kadar?

insan evde uzun süre tek kendiyle başbaşa kalınca deliriyor. aman çok da umrumda. ben zaten deliydim. deli adam (h)aklı olduğu için insanoğlu bugünlerde. aklı olmayanlar delirmeye teslim oluyor. kimisi deliliği tanıyıp onunla evcilik oynuyor. allah hepinize nasip etsin.

son not: bu yazı yazılırken hiçbir uyuşturucu madde kullanılmamıştır. ciddiyim. kullananın da satanın da yatacak yeri yok. çok mu ağır oldu lan? yine de siz hatanızdan dönüp uyuşturulmaya alışmayın. (nisa 17)

12 Ocak 2018 Cuma

katlanılamazlık

bir kağıdı 7den fazla katlayabilirsiniz. mythbusters bir bölümde bir halısaha büyüklüğündeki kağıdı 21 kere katlamıştı sanırım. çocuktum, tam hatırlamıyorum.

peki ya anlamsızlığın kendisi katlanılabilir mi? ölümden sonra hiçliğin olduğunu iliklerinde hissetmeyi başarmış biri ölmemek için kendini nasıl durdurabilir ki? çok aciz bir durum. ama ölümün kendisini zorunlu veya doğru kılan bir temellendirme de yok. bunun farkında olmak daha da aciz bir duruma sokuyor insanı. kendinin hiçbir değeri olmadığını bilmek, yaptığın eylemlerin hiçbirinin kıymetinin olmaması, öylesine boşluğa yuvarlanmak, düşünerek bu noktaya gelmiş ve bunu durduramayan biri için bir delilik ve katlanılması imkansız bir durum. bu umutsuzluk nereye kadar sürecek böyle? belki de buna katlanamayan ilk insan uydurdu tanrıyı hayatta kalabilmek ve çıkmazdan kurtulabilmek için. bir motivasyon bulabilmek için. kimin umrunda. sikeyim ilk insanı. ben kendimi kurtaramıyorum daha. tüm yapmak istediklerim bana bakıyor uzaktan. onları kaybetmek istemiyorum. ama zorundayım. ve beni bu karamsarlıktan kurtarabilecek hiçbir canlı, cansız en ufak şey yok. günler geçmek bilmiyor. şimdi bi sigara yaktığımda odadaki kedi çıkmak isteyecek yattığı yerden kalkıp kapının önüne giderek. yakamıyorum. umarım ben ölmeden önce psikoloji ve onunla gönülden ilgilenenler soyut, somut her anlamda ölürler. blogu da sikeyim. yazmıyorum bi daha aklıma esene kadar.

7 Ocak 2018 Pazar

bir demet hüzün

beni artık sevmiyosun öyle mi?

ya seni seviyorum da... seni sevmeyi eskisi kadar sevemiyorum. hani... eskiden seni sevmenin, birbirimizi sevmenin yeşil gevrek bi tadı vardı. seni güldürmenin lezzeti damağıma yerleşir, orda mutlu mesut yaşardı. yani bi şey olduğu vakit... ilk, ilk bunu koşayım gideyim, asumana söyleyeyim tarzında bi haberci telaşı olurdu.

şimdi noldu peki?

bilmiyorum, asuman. bilmiyorum... kalbim bir kuyunun dibindeki suyun içinde nefes almaya çalışan bir gariban. yukarı tırmanmaya çalışıyo... ama ne yapsın? kuyunun duvarları düz. kuyunun duvarları ıslak.

3 Ocak 2018 Çarşamba

anlamı anlamak üzerine

bu yazı bir dizin mantıksal çıkarımlar içerecek ve yine eğer ki varsa diyerek başlayacağım iki şeye. biri tanrı diğeri anlam. tanrı ve anlam varsa diye ayrı ayrı inceleyeceğim iki kavram ile ilgili onları anlamadan önce onlarla ilgili bazı zorunlu ön kabullerin varlığını ispatlamaya çalışacağım. öyleyse tanrıdan başlayayım.

eğer ki tanrı varsa tanrının zorunlu olarak bazı özelliklere sahip olması gerekir. öncelikle olaya deterministik yaklaşıyorum. yani her şeyin bir sebebi olmalıdır diyerek. bu sebepler dizinini sıralamaya kalkamam. ama kendimin varlığını sebepler dizinine koyduğumda bazı bilinen noktalardan hareket edebilirim. ben nasıl meydana geldim? leylekler sayesinde. leylekleri kim meydana getirdi? diğer leylekler. bu leylekler ilk başta küçük bir bakteriydi ve leylek olmayı başardılar. bakteriden önce ne vardı? canlılığın oluşmasını sağlayacak doğal ortam. bu ortamın oluşması için dünya gerekli. dünya nasıl oluştu sanırım hâlâ tam bilinmiyor ama dünyadan önce başka gezegenler ve yıldızlar vardı. onlardan önce ne oldu da onlar meydana geldi? big bang. big bangden öncesini henüz bilmiyoruz. öncesini de tahmin etmeye çalışmaya gerek yok. başka bir şey oldu ki big bang meydana geldi. yine sebepler zinciri bitmedi. bu şekilde devam edersem bitmesi de çok zor. ben bir noktayı başlangıç kabul etmeliyim. bir başlangıç kabul etmediğim sürece tanrıya ihtiyacım yok. anlamsız bir ezeliyet tanrıya ihtiyaç duymaz. burada kabul etmem gereken şey tüm sebeplerin oluşmasını sağlayan sebeplerin de üstünde bir baş sebep. eğer ki böyle bir sebep varsa bu sebep kendi içinde bazı zorunluluklar taşır. baş sebebe odaklanmayıp diğer sebepleri incelemeye kalkarsak onlarda mükemmel olan bir şey bulamayız. şu an biz uzaylıların yarattığı ve her gece gülmek için izlediği bir komedi programıysak bile o uzaylılar bizim düşünce alemimizde ölümlü veya ölümsüz birer başlangıcı olan canlılar. bir canlının ölümsüz olmayı başarabilmesi için önce var olması gerekir. ve o varoluş sebepler zincirinde bir noktaya tekabül eder. ama şimdi, dediğimle biraz çelişiyormuş gibi görünen bir zorunluluktan bahsedeceğim. tüm sebeplerin var olmasını sağlayan bir sebep varsa bu mükemmelliyetlerin toplamı olmak zorundadır ama maalesef bunu anlamakta her ne kadar güçlük çeksem de anlatmaya çalışayım. hepsini sıralamaya gerek yok. ezeliyet, ebediyet, sonsuz kudret, sonsuz zeka diyerek devam ediyor. tabii en önemlisi de bir şeyin mükemmel olabilmesi için varolması gerekir.

şimdi özetlersek, tanrı ancak sebeplerin sebebi diye bir şey varsa vardır. ve bu sebeplerin sebebi tüm mükemmelliyetleri içinde taşımak zorundadır. ama neden? aslında bu çok kısır bir döngü. bu tanrı mükemmel özelliklerinden herhangi birine sahip olmadığı takdirde mesela diyelim ki sonsuz zekaya sahip değil ama sonsuza çok yakın bir zekaya sahip. yani onun zekası x ise x'e sonsuz küçük bir şey eklersem sonsuzun kendisine sahip olacağım. bu durum matematiksel olarak mümkündür. (merak edenler için, non-standard real numbers). evrenin kendisine bakarsak, içinde canlılığı, düzeni, kaosu, her şeyin bugüne gelmesini sağlayan sebepler dizinini görürüz. demek ki tanrı varsa bunların olmasını istediği için bugün bunu yazıyorum. ama tanrı sonsuza çok yakın ama sonsuz olmayan bir zekaya sahipse ilk başta big bangin oluşmasını sağlayacak doğru koşulun nasıl oluşacağını hesaplayamazdı ve bugün olmazdı. diyelim ki onu doğru hesapladı ve big bang gerçekleşti. her şey bununla sınırlı değil. canlılığın oluşmasını sağlayacak doğru koşulları da bir araya getirmek zorundaydı. peki kaoslar olduğunda mesela dünya buzul çağına girdiğinde tanrı hesaplama hatası mı yapmıştı? hayır. koşulların bir araya gelmesi buzul çağını yarattı. tanrı doğru hesaplayamasaydı koşullar bir araya gelmeyecekti. pff. buradan da tanrının doğru hesaplayamaması takdirinde meydana gelmeyecek koşullar başka koşulları doğurmayacak mıydı? sorusu sorulabilir. hayır. çünkü tanrının çizelgesinde her şey bellidir. o koşulların oluşmasını 'sadece' tanrı sağlamaz kutsal metinlere göre ama neyin ne olacağını bildiği için istediği sonuca büyük hasar verecek şeylere müdahalede bulunur. belki de her an müdahale ediyordur bilemem. konuyu dağıtmadan devam edersek tanrının çizelgesinde kıyametin tarihi bellidir.mükemmel olan bir şey her şeyi bilir ve bu onun sonsuz zekaya sahip olmasını zorunlu kılar. sebeplerin sebebi olan şey mükemmelliklerden birine sahip olmadığında devam eden diğer çıkarımlarla mükemmel olan diğer özelliklerinin belki tamamını belki çoğunu kaybeder ve bu onu sebeplerinin sebebi olmaktan çıkarıp sebepler arasında bir yere yerleştirir.

şimdi anlama gelelim. eğer ki mükemmel bir tanrı varsa bu tanrının bu evreni ve öncesini yaratmak için bir sebebi vardı. bu sebep ise anlamın kendisidir. tanrı varsa hem mükemmel olması hem de insanlığın yıllardır peşinden koştuğu anlamın var olması zorunludur. peki bu anlam kendi içinde hangi zorunlulukları barındırır?

anlam tanrının var olmasının zorunlu bir sonucu olduğu için tüm evrene yöneliktir. bu anlam benim için elma yemek iken başkası için dünyayı değiştirmeye çalışmak olamaz. o anlam tanrının kendisi gibi tek olmak zorundadır ki bu anlam birçok şeyin bir araya gelmesi ise bile yine onların oluşturduğu bütün her şeyin varlığının sebebi olduğu için o bütünün kendisi tektir. insanlığın aradığı her şey onun içindedir. o zorunlu anlamın içinde saklı olan her şey kafamızdaki soruların cevabını taşır. en muallak konu olan ahlak için bile cevaplar içindedir. bu, insanın neyi neden yapması ve yapmaması gerektiğini açıklayan bir özelliktir. böyle olmadığı takdirde, tecavüz konusunda doğru veya yanlış şeklinde yapılabilecek yargılamalar kişiden kişiye değişir ve insanlık olarak bir sonuca varamazdık. ama bu tekillik her şeye yargı koyabiliyor olmalı ki bunun ardından insanlık içinde düzen oluşabilsin ve tanrının kendisinin bir sonucu olan sonsuz iyilik, yine onun sonucu olan anlamla eşleşsin ve tanrının yarattığı evrende, tanrının kendisinde barındırdığı iyilik burada hüküm sürsün( tanrı içinde kötülük barındıramayacağı için kötülüğün yayılması için çaba gösteremez ve içinde iyilik barındırdığı için yarattığı evrenin her zerresinde iyilik kodlu olması gerekir). anlamın içinde de iyilik saklıdır. bu ve bunun gibi çıkarımlarla her şeyi bilen tanrı anlamın içine zorunluluklar gizlemiştir ve hepimiz onun anlamına uygun yaşamak zorundayız.

özetlersek, tanrı varsa mükemmel olmak zorunda, evreni yaratırken hayatın anlamını da yaratmış olmak zorunda. benim şimdi yapacağım şey ise anlamın var olmadığını çok küçük bir çıkarımla kanıtlamak dolayısıyla tanrının var olmadığını ispatlamaya çalışmak olacak.

 anlam denilen şey benim yaptığım her şeyin doğru veya iyi olmasını sağlayan ve her ne kadar insan hata yapıyor olsa da yapmamı zorunlu kılan sebeptir. ben bunu keşfedememiş olduğum için onu aramalıyım. ama bu arama çabamın kendisini de doğru ve zorunlu kılan şey o anlamın kendisidir. ben anlama sahip olmadığım sürece anlamı arayamıyor ve onu bulamıyor oluyorum. anlamın kendisi bir paradokstur. ve bu anlam, benim mantık yürütme, mantık ile duyguyu bir arada kullanarak sonuç ulaşma yöntemlerimle bulunamayacığını ispat ettiğime inandığım bir sonuçla, asla yoktur ve bulunamaz. anlamın olmaması tanrıyı da öldürür.